Logo

İhale İşlemleri ve Konusu Kalmayan Davalarda Vekalet Ücreti Hakkında Danıştay Kararı

📜 Danıştay Karar Künyesi

13. Daire – 2021/1560 – 2023/6539 – 28.12.2023


🔎 Karar Özeti

Danıştay, davalı idarenin hemsora ettiği satış ihalesinin iptalinin istenildiği davada, dava konusunun kalmadığına ve vekalet ücreti hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.


Karar İçeriği

T.C. D A N I Ş T A Y ONÜÇÜNCÜ DAİRE Esas No:2021/1560 Karar No:2023/6539 TEMYİZ EDENLER : 1- (DAVALI) … VEKİLİ : Av. … 2- (DAVACI)… VEKİLİ : Av. … İSTEMİN KONUSU : 1) Davalı idare tarafından, … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:…, Temyiz No:… sayılı temyiz edilmemiş sayılmasına ilişkin kararının temyizen incelenerek kaldırılması ve dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına yönelik… tarih ve E:…, K:… kararının vekâlet ücreti bakımından düzeltilerek onanması istenilmektedir. 2) Davacı tarafından,… İdare Mahkemesi’nin …tarih ve E:…, K:… kararının bozulması istenilmektedir. YARGILAMA SÜRECİ : Dava konusu istem: Davacının hissedarı olduğu ve Fon’un kayyım olarak atandığı… ve Enerji Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye ait bazı mal varlıklarının bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulan “Nakpilsa Ticari ve İktisadi Bütünlüğü”nün 315.000.000,00-TL muhammen bedel üzerinden 20/10/2020 tarihinde satışına ilişkin işlemin iptali istenilmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: …. İdare Mahkemesi’nce verilen kararda; dava dilekçesinde açıkça 06/08/2020 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan “Nakpilsa Ticari ve İktisadi Bütünlüğü”nün 20/10/2020 tarihinde yapılacağı duyurulan satış ihalesinin iptalinin istenildiği, ancak iptali istenen bu işlemden sonra, belirtilen gün ve saatte söz konusu ihalenin teklif veren olmadığından gerçekleştirilemediği, ihalenin 18/12/2020 tarihine ertelendiği, bu ihalenin de önceki ihale gibi 26/10/2020 tarih ve 31286 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği, anılan ticari ve iktisadi bütünlüğün yeniden ihaleye çıkarılması üzerine 18/12/2020 tarihinde yapılacak olan ihaleye de …. İdare Mahkemesi’nin … esasına kayıtlı dosyasında ayrı bir davanın açıldığı, bu durumda, dava konusu ihalenin iptal edilmiş olması ve başka bir tarihe ertelenmesi, ertelenen yeni ihaleye karşı da ayrı bir davanın açılmış olması nedeniyle işbu davanın konusunun kalmadığı anlaşıldığından, esasın incelemesine gerek bulunmadığı sonucuna varılmış; bu aşamada tarafların haklılık durumuna yönelik bir değerlendirme yapılmadığından vekâlet ücretine hükmedilmemesine karar verilmiştir. Belirtilen gerekçelerle konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Bu kararın temyizi üzerine verilen … tarih ve E:…, K:…, Temyiz No:…sayılı kararda ise; davalı idare tarafından Mahkeme kararına karşı temyiz yoluna başvurulurken yatırılması gereken posta ücretinin 7 (yedi) gün içerisinde yatırılması gerektiği hususu ile süresi içerisinde yatırılmaması hâlinde temyiz isteminden vazgeçilmiş sayılacağı hususunun 17/02/2021 tarihinde tebliğ edilen 10/02/2021 tarihli yazıyla temyiz yoluna başvuran davalı idareye bildirilmiş olmasına karşın süresi içerisinde posta giderinin yatırılmadığı anlaşıldığından, 2577 sayılı Kanun’un 48/6 maddesi uyarınca kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verilmiştir. TEMYİZ EDENLERİN İDDİALARI: Davacı tarafından, dava konusu işlemin geri alınmadığı, satış ve tasfiye kararlarının devam ettiği, nihai karar verilmesi gerektiği, davanın açılmasına davalı idare sebebiyet verdiğinden vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin üzerinde bırakılması gerektiği, işlemlerin dayanağını teşkil eden yasal düzenlemelerin Anayasaya aykırı olduğu; Davalı idare tarafından, Mahkemece vekâlet ücreti hakkında verilen kararın hukuka aykırı olduğu, kararın düzeltilerek onanması gerektiği ileri sürülmüştür. TARAFLARIN SAVUNMALARI: Davalı idare tarafından, Mahkemece verilen kararda hukuka aykırılık bulunmadığı, Kurumun kayyım olarak atandığı şirketler hakkında satış kararı alma yetkisinin bulunduğu, satış bedelinin usulüne uygun belirlendiği, Anayasaya aykırılık iddialarının yerinde olmadığı, mülkiyet hakkının ihlâl edilmediği; Davacı tarafından, mülkiyet hakkının kullanılmasına imkân tanınmadığı, davalı idarenin satış ve tasfiye konusunda ısrarlı olduğu, iptali istenen dava konusu işlemin davalı idarece geri alınmadığı, dolayısıyla nihai bir karar verilmesi gerektiği, satış ve tasfiye işlemleri devam ettiği sürece mülkiyet hakkının tehlikede olduğu, davanın açılmasına davalı idarenin sebebiyet verdiği, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin davanın açılmasına neden olan davalı idare üzerinde bırakılması gerektiği savunulmuştur. DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’IN DÜŞÜNCESİ : Davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile temyiz edilmemiş sayılmasına dair …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:… K:…, Temyiz No:… sayılı kararının kaldırılması; davacının temyiz isteminin kabulü ile …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir. TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: İNCELEME VE GEREKÇE : USUL YÖNÜNDEN: 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 48/6. maddesinin altıncı fıkrasında, “Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamının ödenmemiş olması hâlinde kararı veren; merci tarafından verilecek yedi günlük süre içerisinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçilmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, ilgili merci, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Temyizin kanuni süre geçtikten sonra yapılması veya kesin bir karar hakkında olması halinde de kararı veren merci, temyiz isteminin reddine karar verir. İlgili merciin bu kararları ile bu maddenin 2. fıkrasında belirtilen temyiz isteminde bulunulmamış sayılmasına ilişkin kararlarına karşı, tebliğ tarihini izleyen günden itibaren yedi gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir.” kuralına yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, …. İdare Mahkemesi’nce verilen kararın davalı idareye 14/01/2021 tarihinde tebliğ edildiği, davalı idarece UYAP üzerinden gönderilen 05/02/2021 tarihli dilekçe ile katılma yoluyla temyiz isteminde bulunulduğu, Mahkemece davalı idareye gönderilen 10/02/2021 tarihli yazıyla 150,00-TL posta ücretinin 7 gün içinde yatırılması, aksi hâlde istemden vazgeçilmiş sayılacağı hususunun bildirildiği, bu bildirimin davalı idareye 12/02/2021 tarihinde tebliğ edildiği, davalı idarece anılan posta ücretinin … tarih ve … seri no, … sıra no’lu makbuz karşılığında yatırıldığı görülmektedir. Bu durumda, davalı idarece belirtilen süre içerisinde posta ücretinin yatırıldığı, dolayısıyla 2577 sayılı Kanun’un 48/6. maddesindeki şartların oluşmadığı anlaşıldığından, temyiz edilmemiş sayılmasına dair kararda usul kurallarına uygunluk bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, …dare Mahkemesi’nin davalı idare yönünden 2577 sayılı Kanun’un 48. maddesinin 6. fıkrası uyarınca eksik posta ücretinin süresinde tamamlanmadığı gerekçesiyle kararın temyiz edilmemiş sayılmasına ilişkin … tarih ve E:…, K:…, Temyiz No:…sayılı kararı kaldırılarak istemin incelenmesine geçildi. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” başlıklı 14. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde, dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden ilk incelemeye tâbi tutulacağı; “İlk inceleme üzerine verilecek karar” başlıklı 15. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde ise, adlî yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır. İdarî yargı mercilerinde yargısal denetimi yapılarak çözümlenecek uyuşmazlıklarda, öncelikle davaya konu işlemin idarî bir işlem olup olmadığı hususunun, başka bir anlatımla idare hukuku kurallarına göre tesis edilen, kamu gücüne dayanılarak diğer tarafın rızasını aramaya gerek olmaksızın hukukî durumda tek yanlı irade açıklamasıyla değişiklik meydana getiren bir işlem olup olmadığının ortaya konulması gerekmektedir. İdarî makamlar tarafından tesis edilmiş olsa bile, özel hukuk hükümlerine tâbi olan işlem ve sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde adlî yargı mercileri görevlidir. 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 403. maddesinin ikinci fıkrasında kayyımın belirli işleri görmek veya malvarlığını yönetmek için atanacağı kurala bağlanmıştır. Bir tüzel kişinin gerekli organlardan yoksun kalmış olması ve yönetiminin başka yoldan sağlanamaması hâlinde vesayet makamı tarafından yönetim kayyımı atanacağı aynı Kanun’un 427. maddesinde belirtilmiştir. Kanun’un ‘Malvarlığının yönetimi’ başlıklı 460. maddesinde ise ‘Kayyım bir malvarlığının yönetimi ve gözetimi ile görevlendirilmiş ise, yalnız o malvarlığının yönetim ve korunması için gerekli olan işleri yapabilir. Kayyımın, bunun dışındaki işleri yapabilmesi, temsil olunanın vereceği özel yetkiye, temsil olunan bu yetkiyi verecek durumda değilse vesayet makamının iznine bağlıdır. ‘ hükmü yer almıştır. Yönetim kayyımının olağan yönetim işlerini yapabilmesi, temsil olunanın vereceği özel bir yetkiye bağlı olmadığı gibi vesayet makamının da iznine bağlı değildir. Olağan yönetim işlerine; alacakların tahsil edilmesini, borçların ödenmesini, vergi beyanlarında bulunulmasını, bozulacak malların satılmasını, mevcudun korunması için önlem alınmasını örnek olarak göstermek mümkündür. Türk Medeni Kanunu’nun 462 ve 463. hükmü kapsamındaki işlerde ise yetkili vesayet dairelerinden izin alınması zorunludur.(Gençcan Ömer Uğur: Vesayet Hukuku, Ankara-2009, s.818) Kayyım, vesayet işleriyle görevlendirilmiş olan diğer kişiler gibi bu görevini yerine getirirken iyi bir yönetimin gerektirdiği özeni göstermekle yükümlüdür. Malvarlığını yönetme yükümlülüğü kapsamında yönetim kayyımının da kayyımlığına verilen kişinin malvarlığını iyi bir yönetici gibi özenle yönetme ve yönetimle ilgili hesap tutma zorunluluğu vardır. (Gençcan Ömer Uğur: Vesayet Hukuku, Ankara-2009, s.821) Kayyımın görevini yerine getirirken kusurlu davranışıyla sebep olduğu zararlardan sorumlu olacağı Medeni Kanun’un 467. maddesinde belirtilmiş ve açılacak olan tazminat davalarında asliye hukuk mahkemelerinin görevli olacağı Kanun’un 469. maddesinde kurala bağlanmıştır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun şirket yönetimi için kayyım tayini başlıklı 133. maddesinde, ” (1) Suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddî gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması hâlinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkeme, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabilir. Atama kararında, yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığı veya yönetim organının yetkilerinin ya da yönetim organının yetkileri ile birlikte ortaklık payları veya menkul kıymetler idare yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiği açıkça belirtilir. Kayyım tayinine ilişkin karar, ticaret sicili gazetesinde ve diğer uygun vasıtalarla ilan olunur. (2) Hâkim veya mahkemenin kayyım hakkında takdir etmiş bulunduğu ücret, şirket bütçesinden karşılanır. Ancak, soruşturma veya kovuşturma konusu suçtan dolayı kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararının verilmesi halinde; ücret olarak şirket bütçesinden ödenen paranın tamamı, kanunî faiziyle birlikte Devlet Hazinesinden karşılanır. (3) İlgililer, atanan kayyımın işlemlerine karşı, görevli mahkemeye 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 29/06/1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre başvurabilirler.” … hükmü yer almıştır. Dava konusu işlemlerin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan hâliyle 6758 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 19. maddesinde, (1) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle 04/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların yetkileri, hâkim veya mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilir ve devirle birlikte kayyımların görevleri sona erer. (2) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve olağanüstü halin devamı süresince terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca şirketlere ve bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi uyarınca varlıklara kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, kayyım olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu atanır. (3) 20/07/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen şirketler hariç olmak üzere; birinci ve ikinci fıkra kapsamındaki şirketlerin mali durumu, ortaklık yapısı, diğer sorunları veya piyasa koşulları nedeniyle mevcut halin sürdürülebilir olmadığının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tespit edilmesi durumunda, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu şirketin yahut varlıklarının veya bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13. maddesinde belirtilen varlıkların satılmasına veya feshi ile tasfiyesine karar verebilir. Satış ve tasfiye işlemleri Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yerine getirilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun ilişkili olduğu Bakan onayıyla belirlenir. (4) Üçüncü fıkra kapsamında gerçekleştirilen varlık ve mal varlığı değeri satışlarına bağlı olarak elde edilen gelirden borçlar ödendikten sonra kalan tutar, şirket işlerinde kullanılabilir. Üçüncü fıkra kapsamında gerçekleştirilen fesih ve tasfiye işlemleri sonunda borçlar ödendikten sonra kalan tutar, yargılamanın kesin hükümle sonuçlandırılmasına kadar bir kamu bankasında açılan hesapta nemalandırılır.(…)” hükmü yer almıştır. Aynı Kanun’un 20. maddesinde ise, “(1)19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından devralınan şirketler ve bunların varlıkları ile ilgili olarak Fona verilen yetkiler, bu Kanun Hükmünde Kararname ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na verilen kayyımlık görevi ile satış veya tasfiye işlemlerinde, bu şirketlerin yahut bunların sahiplerinin Fona borçlu olup olmadığına ve varlıkları üzerinde Fon haczi bulunup bulunmadığına bakılmaksızın kıyasen uygulanır. (…) Şirketlerin tasfiye işlemlerini yürütmek üzere Fon Kurulu tarafından görevlendirilen tasfiye komisyonu, adlî işlemler veya davalar bakımından taraf ehliyetine sahiptir. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun kayyım olarak atandığı şirketlerin ya da bunların varlıklarının bu madde kapsamında satışından elde edilecek tutarlar yargılamanın kesin hükümle sonuçlandırılmasına kadar bir hesapta nemalandırılır. (2) Şirket varlıklarının ticârî iktisâdî bütünlük yoluyla satışına karar verilmesi halinde Fon Kurulu, geçmiş dönem borçlarını, bu borçların FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödettirmeye yetkilidir. (3) Bu madde hükümleri, kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının veya bunların bağlı olduğu şirketlerin Hazine tarafından devralınan varlıklarının satış ve tasfiyesini teminen Maliye Bakanlığı’nca Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesi durumunda da uygulanır. Devredilen varlıkların satışından elde edilen tutarlar Maliye Bakanlığı’na aktarılır.” kuralına yer verilmiştir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 134. maddesinin beşinci fıkrasında, Fon alacaklarının tahsilini teminen, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile lisans, ruhsat ve imtiyaz sözleşmelerinden doğan haklar ve bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü niteliğindeki sözleşmelerden doğan, ancak başlı başına iktisadî değeri olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden fazla alacaklının haczi olması hâlinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin ödenme şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme tarihini ve ihalenin sair usûl ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye, satışa konu ticarî ve iktisadî bütünlüğü alacağına mahsuben satın almaya, satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Fon Kurulu’nun yetkili olduğu ifade edilmiştir. Aktarılan mevzuatın değerlendirilmesinden; Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 133. maddesi uyarınca suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddî gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması hâlinde; soruşturma ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkemenin şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabileceği, 6758 sayılı Kanun’un 19. maddesi gereğince Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 133. maddesi uyarınca şirketlere kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, kayyım olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun atanacağı, kayyımın işlemlerine karşı ilgililer tarafından görevli mahkemeye Türk Medeni Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre başvurulabileceği anlaşılmaktadır. Dosyanın incelenmesinden, davacının da hissedarı olduğu Naksan Holding ve bağlı 51 şirkete Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 133. maddesi ile 6758 sayılı Kanun’un 19. maddesi gereğince …. Sulh Ceza Hâkimliği’nin … tarih ve … Değişik İş sayılı kararıyla Fon’un kayyım olarak atandığı, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 134. maddesi uyarınca… ve … ve Ticaret A.Ş.’nin bazı varlıkları bir araya getirilerek “Nakpilsa Ticari ve İktisadi Bütünlüğü”nün oluşturulduğu ve satışına karar verildiği, bu kapsamda “Nakpilsa Ticari ve İktisadi Bütünlüğü”nün 315.000.000,00-TL muhammen bedelle satışına ilişkin 06/08/2020 tarih ve 31205 sayılı Resmî Gazete’de ihale ilanının yayımlanması üzerine de bakılan davanın açıldığı görülmektedir. Dairemizin tüm üyelerinin katılımıyla 02/11/2022 tarihinde yapılan toplantıda alınan karar ile, davalının kayyım sıfatıyla yönettiği şirketlerin hak ve taraf ehliyetlerini koruduğu, anılan şirketlere ilişkin olarak kayyımın ticârî gerekliliklere göre gerçekleştirdiği iş ve işlemlerin idarî işlem ve eylem niteliğinde olmadığı, kayyım sıfatıyla ticârî kural ve teamüllere dayanılarak tesis edilen işlemlerde kamu yararının değil ticârî faaliyet gereklerinin esas alındığı ve kayyım işlemlerinin idare hukuku ilkelerine göre değil ticaret hukuku ilkelerine göre tesis edildiği dikkate alınarak uyuşmazlığın esas itibarıyla Türk Medenî Kanunu’nda düzenlenen kayyımlık görevinin nasıl îfâ edileceğine dair ilke ve kurallar ile Türk Ticaret Kanunu hükümleri dikkate alınmak suretiyle adlî yargı yerlerince çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu itibarla, davanın görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, davanın esası incelenerek verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında usûl hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır. Öte yandan, 2577 sayılı Kanun’un “Kapsam ve nitelik” başlıklı 1. maddesinin ilk fıkrasında, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıkların çözümü, bu Kanunda gösterilen usûllere tâbidir.” kuralına yer verilmiştir. 2577 sayılı Kanun’a 6545 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle eklenen “İvedi yargılama usulü” başlıklı 20/A maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, ihaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemlerinden doğan uyuşmazlıklarda söz konusu yargılama usulünün uygulanacağı; (g) bendinde ise, verilen nihaî kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde temyiz yoluna başvurulabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasa’nın 142. maddesi uyarınca, Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişleri ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir. Kanun yolları da, yargılama usûlleri arasında yer alır. Yargı yerlerince yapılacak incelemeler sonunda verilecek kararlardan hangisinin kesin olduğunun belli edilmesi dahi, anılan madde hükmü ile Anayasa’daki temel ilkelere ve güvence kurallarına aykırı olmamak üzere yasa koyucunun takdirine bırakılmıştır (AYM kararı, E:1985/23, K:1986/2, Karar tarihi: 20/01/1986). Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğini belirten Anayasa’nın 142. maddesinin de kanuni hâkim güvencesinin değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır. Kanuni hâkim güvencesi, mahkemelerin kuruluş ve yetkileri ile izleyecekleri yargılama usulünün kanunla düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirir. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesi kararlarında, kişinin hangi mahkemede yargılanacağını önceden ve kesin olarak bilmesini gerektiren doğal hâkim ilkesini koruyan bir hüküm olarak ele alınmaktadır (AYM kararı, Muhammed Deniz başvurusu, B. No: 2014/10728, Karar tarihi:18/07/2018). Aktarılan kanunî düzenlemelere göre, 6545 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerle birlikte 20/07/2016 tarihinden sonra ilk derece mahkemelerince verilen kararlara karşı genel kanun yolunun istinaf olarak belirlendiği, yalnızca 2577 sayılı Kanun’un 46. maddesinde tahdidî olarak sayılan uyuşmazlıklarla ilgili kararlara karşı istinaf kanun yolundan sonra temyiz kanun yoluna da başvurulabileceği, 2577 sayılı Kanun’da düzenlenen özel ve istisnai bir yargılama usûlü olan ivedi yargılama usulüne tâbi olan uyuşmazlıklarla ilgili olarak ise ilk derece mahkemelerince verilen kararlara karşı hangi tarihte verildiğine bakılmaksızın doğrudan temyiz kanun yoluna başvurulabileceği açıktır. 2577 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ilk fıkrası uyarınca idarî yargının görevine giren uyuşmazlıkların çözümü bu Kanun’da gösterilen usûllere tâbi bulunduğundan ve anılan Kanun’un 20/A maddesinde yer verilen ivedi yargılama usûlü öncelikle ve süratle sonuçlandırılması önem taşıyan bazı idarî dava türleri için öngörülen özel bir yargılama usûlü olduğundan; adlî yargının görevinde olduğu değerlendirilen uyuşmazlıklar bakımından Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin görevine giren uyuşmazlıkların çözümünde uygulanacak usûlü belirleyen 2577 sayılı Kanun’da düzenlenen özel bir yargılama usûlü olan ivedi yargılama usûlü uygulanarak karar verilmesi mümkün değildir. Ayrıca, istisnaî bir yargılama usûlü olan ivedi yargılama usûlünün bu şekilde geniş bir yorum yoluyla genel yargılama usûlü yerine uygulanmasının Anayasal kurallar uyarınca Kanunla belirlenmesi zorunlu olan yargılama usûlüne ilişkin konulardan biri olan mahkeme kararlarına karşı başvurulacak kanun yolunu etkileyeceği açıktır. Bu itibarla, çözümü adlî yargının görevinde olan, 2577 sayılı Kanun ve bu Kanunda düzenlenen usûllerin uygulanmasına ve öncelikle sonuçlandırılması özel önem taşıyan uyuşmazlık olarak nitelendirilmesine imkân bulunmayan ve bu anlamda ivedi yargılama usulü kapsamında yer almayan dava konusu uyuşmazlığa ilişkin olarak, genel yargılama usûlü yerine ivedi yargılama usûlü uygulanarak karar verilmesinde de usûl kurallarına uygunluk bulunmamaktadır. Diğer taraftan, davalı idarece lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği ileri sürülerek temyiz isteminde bulunulmuş ise de, Mahkemenin karar verilmesine yer olmadığına ilişkin kararının yukarıda yer verilen gerekçelerle bozulduğu dikkate alındığında, İdare Mahkemesi’nce yeniden hüküm kurulacağı açık olup, bu aşamada bu talep bakımından değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir. KARAR SONUCU : Açıklanan nedenlerle; 1. Tarafların temyiz istemlerinin kabulüne; 2. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca …. İdare Mahkemesi’nin .. tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA, 3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın İ…. İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine, 28/12/2023 tarihinde kesin olarak oyçokluğuyla karar verildi. (X) KARŞI OY: Dosyanın incelenmesinden, İdare Mahkemesince konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilerek anılan karara karşı 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesi uyarınca (15) gün içerisinde Danıştay nezdinde temyiz yoluna başvurulabileceğinin belirtildiği; taraflarca Danıştay ilgili Daire Başkanlığı’na gönderilmek üzere kararın bozulması talebiyle temyiz başvuru dilekçesi verilmesi üzerine dosyanın Danıştay’a gönderildiği anlaşılmaktadır. Öncelikle, davanın konusu ihale işlemi olmakla birlikte uyuşmazlığın çözümünün adli yargının görev alanına girdiğinin tespiti halinde ivedi yargılama usulünün uygulanıp uygulanmayacağının dolayısıyla temyiz incelemesi yapılıp yapılamayacağının belirlenmesi gerekmektedir. Usul hukukunun konusunu, bir uyuşmazlıkla ilgili olarak mahkemelere başvurulduğunda mahkemenin bu uyuşmazlığı nasıl çözümleyeceği, ne tür bir yöntem uygulayacağı hususları oluşturmakta olup, davanın açılma anıyla birlikte usul hukukunun da uygulanmaya başlaması gerekmektedir. Bu nedenle açılmış olan bir davada öncelikle hangi yargılama usulünün uygulanacağının belirlenmesi ve belirlenen usul kuralları uygulanmak suretiyle diğer yargılama işlemlerinin yürütülmesi gerekmektedir. 2577 sayılı Kanun’un “İvedi yargılama usulü” başlıklı 20/A maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, ihaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemlerinden doğan uyuşmazlıklarda söz konusu yargılama usulünün uygulanacağı düzenlenmiştir. Kanun’un 20/A maddesiyle özel bir yargılama usûlü getirilmesinin amacı da ihale işlemleri gibi ivedilikle sonuçlandırılması önem arz eden bazı davaların öncelikle ve süratle sonuçlandırılmasını sağlamaktır. Kanun’un 20/A maddesinde ivedi yargılama usulünün kapsamı belirlenirken tamamen davanın konusu dikkate alınmış olup, yargı yoluna ilişkin herhangi bir husus içermemekte, konusu ihale işlemi olan bir davada hangi yargı yoluna tabi olup olmadığına bakılmaksızın ivedi yargılama usulünün uygulanması gerekmektedir. Ayrıca, göreve ilişkin hususların kamu düzenine ilişkin olması, davanın her aşamasında taraflarca görevsizlik itirazında bulunabileceği veya mahkeme tarafından re’sen gözetilmesi gerektiği ve yargı mercilerince bir takım işlemler gerçekleştirildikten sonra da görevsizlik kararı verilebildiği, göreve ilişkin kararın istinaf veya temyiz aşamasında değişebileceği hususları dikkate alındığında, konusu ihale işlemi olan bir davada ivedi usulün uygulanmaması kanunun amacına da aykırılık oluşturur. Bu itibarla, dava konusu uyuşmazlık ihale işlemi olduğundan ivedi yargılama usulünün uygulanması ve temyiz isteminin incelenerek davanın görev yönünden reddine karar verilmesi gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.
Paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir